NEFYU İSBAT ZİKRİ






NEFY-U İSBAT 


Derler ki "ben "diyeni irşad mümkün değildir. Evet, gerçekten öyledir. 


İmam rabbani der ki;
kişi ya kendini sever, ya Allah’ı. Bunun dışında bir sevgi olamaz. Şunu, bunu seviyorum diyen, kendini seviyordur. Nefsini seviyordur. Sevdiğini de nefsi için seviyordur. Yani Allah haricinde neyi seviyorsak aslında kendimizi seviyoruz demektir. Allah için sevmek ayrı tabi. Bu bir emir haddi zatında. "Salihlerle olun" demiyor mu kitabında?

Rasulullahın sav duasını da anmadan geçmeyelim lafın burasında;"Ya Mukallebel Kulubi Sebbit Kalbi ala dinik"diyor o Yaradanın habibi. Yani "ey kalpleri evirip çeviren Allahım kalbimi dinin üzere sabit kıl" diyor. Nakşibendi büyüklerinden gelen ikinci zikir şekli, kalb ile yapılan hafî zikrin nefy ü isbât ile yapılmasıdır. Hadîka'da beyan edildiği şekilde, müride telkin edilen "La ilahe illallah" kelime-i tevhidi nefy ü isbât ile yapılır. 


Âdabı şöyledir: Dil damağa yapıştırılır, nefes göbeğin altında hapsedilir, sonra tahayyül ederek dimağın sonuna kadar "la" çeker. Oradan "ilahe" sağ omzuna, "illallah" da kalbe devredilir. Kalb, şeklini ve yerini bildiğimiz, sol taraftaki en kısa kaburga kemiğinin altındaki kalbdir. "İllallah" lafzı bütün kuvvetiyle kalbin en derinliklerine işleyecek ve harareti de vücudu saracak derecede kalbe devredilir. "La ilahe" derken bütün mâsivâyı, yani Allah'dan başka ne varsa hepsini kalbinden, gönlünden temizler. Her birinin fânî olduğunu tefekkür eder ve o gözle bakar. "İllallah" söylerken de Cenab-ı Hakk'ın Zât'ının bekâsını, Bâkî'nin ancak O olduğunu kalbine nakşeder. "La ilahe İllallah"ın aslî harfleriyle yazısının şeklini düşünür, manâsını düşünür ki Allah'ın zatından başka maksad yoktur. Bunu böyle tamamladıktan sonra nefesinin kuvvet derecesine göre bunu tekrar eder. Bırakırken tek sayıda bırakır.


Buna vukuf-i kalbî denir. Biraz istirahat edince diğer bir nefesle tekrar başlar. Fakat iki nefes arasında gaflet etmemeğe bilhassa dikkat eder. Tahayyülünü aynı haliyle devam ettirir. Nefy ü isbâta devam edebilmesi için bu zaruridir. Sayı yirmi bire ulaşınca neticesi görülür. Bu da kendisinin fânî olduğunu anlayıp Hakk'ın mutlak Bakî olduğu hakikatine ermektir. Eğer nefy ü isbâtın neticesi görülmediyse âdabına riayet edilmemiş demektir. Maksadın husulü için sözü işine uygun olarak tekrar başlasın. Kendini yoklasın: Mâsivâdan bir maksudu vardır. Eğer Allah'dan başka tek yaratıktan bir şey bekliyorsa yalancı durumundadır. Kabiliyeti, cezbe halinin başlangıcına tahammül derecesinde olan kimse, yukarıda anlattığımız ilk zikir şekliyle çalışsın. Sülûke istidadı olan da bu iki şekilde zikre çalışsın. Her ikisi de kalb ile yapılır. Eğer buna hâkkıyla çalışır, nefyedilecek olanı nefyeder, isbat edilecek olanı isbat ederse neticesi, görülür. Murakabeye başlayacak hale gelir. Şeyh İsmail el-Hâlidî kuddise sirruh buyurmuştur ki: Nefy ü isbat yaparken dokuz şarta riayet etmek lâzımdır: 1- Habs-i nefes (Nefesini tutmak). 2- La ilahe illallah zikri. 3- Bu kelime-i tevhidin nakşının, yazısının tefekkürü. 4- Bunun mânâsını tefekkür. 5- Darb. Vurmak: Bunu cana işleyecek şekilde kalbine ve diğer letâifine duyurmak. 6- Buna kalbin tamamen iştirak etmesi: Vukufu'l-Kalb. 7- Sayının tek olmasına riayet etmek: Vukuf-u adedî. 8- Sonunda "Muhammedün Rasûlullah" zikri. 9- "Allahümme ente maksûdî ve rıdâke matlûbî" diyerek Allah'a dönmek. - Bu yazı Muhammed b. Abdullah el-Hânî 'nin ADAB adlı kitabından derlenmiştir.

0 yorum:

Yorum Gönder